Kimimiz ergenliği ilk aşkı, ilk hayal kırıklığı ile hatırlarken kimimiz de kapıların çarpıldığı, isyan bayraklarının çekildiği çalkantılı bir dönem olarak hatırlar. Kuşkusuz bu çalkantılı dönemin en belirgin özelliği değişimi, dönüşümü mümkün kılan bir zemin yaratmasıdır. Çocukluktan ayrılmayı, yeni bir cinselliği, farklı sosyal ilişkileri içinde barındırır. Peki, bu dönüşüm sürecinde kapanan ve açılan kapıların ardında ergenin zihninde, ruhsallığında ne yaşanmaktadır?
Ergenlik ve Özdeşleşmeler
Ergenliği bir kendiliği arama yolculuğu olarak tanımlayacak olursak, psikanalitik ekol bu yolculuğu özdeşleşmelerle başlatır. Özdeşleşme, ötekinin kimi özelliklerinin içselleştirilmesi olarak açıklanabilir. Çocukluk döneminde özdeşleşme, genellikle aynı cinsten ebeveynin güçlü yönlerinin benimsenmesiyle gerçekleşir. Çocuk anne ve babasına benzemeye, onlar gibi davranmaya, hissetmeye çalışır. Böylece anne ve babasına olan bağımlılığını yadsıyacak ve kendisini tümgüçlü hissedecektir. Parman (2013), ergenlik ile birlikte bireyin anne ve babaya dair özdeşleşmelerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldığından bahseder ve yatırımlarını bu özdeşleşmelerden vazgeçerek dışarıya yönlendirdiğini vurgular. Yani ergenin kendini arama yolculuğu aslında dışarıdaki ötekini tanıması, anlaması ve içselleştirmesiyle başlar. Bu öteki, sevdiği bir müzik grubu, ilk aşkı, politik ya da felsefi bir duruş olabilir. Ergen bu dönemde ötekini bulup bulup kaybeder. Tıpkı bitmeyen bir saklambaç oyunu gibi. İlgi alanları, hayran olduğu kişiler sürekli değişir. Bu süreç benlik idealinin yani olmayı istediği kişinin zihinsel imgesinin zaman içerisinde değişerek oluşmasına katkıda bulunur. Yani çocuğun ebeveynine duyduğu sevgi yer değiştirmiş, artık kendisine ve olmak istediği ideale yönelmiştir (Blos,1968).
Blos (1967), ergenlikte bireyin içselleştirilmiş anne ve babasal nesnelerden ayrıldığı bu süreci ikici bireyleşme süreci olarak tanımlar. Ergen, anne ve baba imagolarından (zihnindeki temsillerinden) ayrıştıkça dışarıda yeni bağların ve ilişkilerin kurulmasına da yer açılır. Yani anne, baba temsillerinin yerini başka temsiller alır. Ergen yeni arkadaşlar, hobiler edinir, başka bir gruba ait hissetmeye başlar. Blos (1967) bu sürecin erken çocukluktaki, bebeğin annenin varlığını zihninde simgeleştirdikçe ondan ayrı kalma becerisinin geliştiği birincil ayrışma-bireyleşme sürecinin tersi bir yol izlediğine de değinir. Bebek doğumdan sonra dünyayı annesinin bakışlarında ve sözcüklerinde tanır ve anneyle bir olma halini deneyimler. Birinci bireyleşme süreci ile birlikte çocuk annesinin farklı bir birey olduğunu anlamaya ve dünyayı keşfetmeye başlar, fakat bu keşfi annesinin varlığını hissederek, geri döndüğünde orada olacağını bilerek yapmalıdır. Ancak ergen için durum biraz daha farklıdır. Kendisinin ebeveyninin bakışlarından uzakta tanıması ve anlamlandırması gereken bambaşka bir dünya vardır artık. İşte tam da bu noktada ergenin kurallar ve sınırlarla çatışması başlar.
Ergenlik ve Sınırlar
Ergen kendisine bir kimlik inşa ederken dışarıdakileri keşfetmeye ve bu nedenle anne ve babasından uzaklaşmaya, özerkliğe ihtiyaç duyar. Bu nedenle anne ve babasının koyduğu sınırları esnetmeye çalışabilir, daha tahammülsüz bir tutum sergileyebilir. Yani ergenin kendi alanını yaratması için önce biraz yakıp yıkması, elindekilere isyan etmesi gerekir. Ama bunu onu koruyan sınırın ve yasakların güvencesi altında yapmalıdır. Yani kendi özgürlüğünü önce görece kısıtlı bir özgürlükte keşfetmelidir çünkü ergen sınırların olmadığı özgürlük ile henüz nasıl baş edeceğini bilemez ve kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle yasaklar ergenin hem en büyük düşmanı hem de güvenli bir oyun alanıdır. Jacquet ve Huerre (2022) kurallar ve yasaklarla çevrelenmiş bu alanı simgesel bir beşiğe benzetmiş ve nasıl ki bebeğin onu koruyacak bir beşiğe ihtiyacı var ise ergenin de onu tutacak, sakinleştirecek, keşfetmesine imkân tanıyacak kendisine ait bir odaya ve o odayı çevreleyen duvarlara ihtiyaç duyduğunu dile getirmiştir. İşte tam da bu nedenle ebeveynlerin zaman zaman ergenlere yasaklar koyması, sınır çizmesi gerekir. Çünkü kendi sesini bulabilmesi ergenin önce ebeveynine karşı çıkması ve biraz da duyulmaması ile mümkün olur.
Ergenin ruhsallığındaki değişim, bedeni, hormonlarındaki değişim kadar gözle görülebilir değildir, ancak hissedilir. Belirsizliklerle ve yeniliklerle dolu bu dönemde ergen kendisini bir ötekinde aramaktadır. Aslında bu yolculuğu, yetişkinliğe doğru ilerlerken sonsuz seçeneğin olduğu bir labirente de benzetebiliriz. Bu yolda attığı her adım da kendisine dair cevaplandırdığı bir sorudur. Yolculuk karmaşıktır, düzensizdir, zaman zaman da kaotiktir. Peki bu kendini arama, bulma ve bazen de kaybetme yolculuğunda hangi yoldan gidecektir ve labirentin sonu nerededir? Belki de sorulması gereken soru şudur: Labirentin bir sonu var mıdır?